Perşembe, Ocak 03, 2008

bil diye

sarıl diye...
sadece bir kez olsun sarıl diye, ve darılma diye asla...

kırılacaksın diye korkarken ay'ı astılar göğe... kızıldı... küçükken de kızıldı o, sakalları da kızıldı... dedeliğinden sebep, aklar düşmeye başlamıştı yüzüne... aklar düşmüştü kızıllığına, aydınlamıştı. bense bir masalın en orta yerinde durup öylece düşler kuruyordum... masalların gerçek yanlarını tutup çekiyordum kendime doğru, hepsi de birer birer geliyordu... ne uysaldı gerçekler, ya da hakkını veriyorlardı rollerinin...

gerçeklerle savaşırken, sevişmezken asla ve bunu beyan etmezken, sen bil diye geceye sözler fısıldadım... sol yanımda duran, yaşımca koşturan daha bir coştu, geçti kendinden... "bu saçmasapanlıktan kurtar beni" dedim, "çünkü ben bunları kimseye anlatmadım... bil, yalnız sen bil, sadece sen sarıl ve asla darılma diye..."

bu masalın en orta yerinde, gerçeklikler ve efsunlu sözler indirdim gökten... yanıbaşıma aldım bir gece, uyudum... uykuyla karışık bir yolculuğa çıktım, yolda kaldım... bir tuzlu denizin kıyısından geçerken sonra bakakaldım dünyaya, saçları yosun kokan bir çocuk kucakladım, kimseye anlatmadım... bir sen bil diye...

yaz beni... adına engel deme... mani yok ki masallara ve çocuklar aç buna...
açlıklarını bastıracak üç elma da gökten düşmüyor ki sonunda...

bulanık sularda yüzdüm, boğuldum hatta uykuyla karışık bir zamanda... uyandığımda toz içindeydim, o denli susuzdu karmaşa, öyle ki, arınamadım ben de... kuru topraklara indir beni, tozu tenime yapışmayacak, gözlerime kaçmayacak uslu topraklara...

yalnız sen bil, sen duy, gör, anla diye...
bir tek sen eylemler sırala diye,
var ol diye nihayet, benim ol diye ben bunları kimseye anlatmadım... aklarıyla aydınlık ay gökte, bu şehirde, öğleden sonra.. ve ben bir masalın en orta yerinden bildiriyorum...

bir sen bil diye...

Hiç yorum yok: